İsim ve fiil hali aynı olan kelimeler - the words which are both verb and noun

09/28/2010 18:55:34

answer

 
cevap [isim] :
I have been calling him for hours but there is no answer. (Saatlerdir arıyorum ama cevap yok.)
 
cevaplamak [fiil] :
Will you please answer my question? (Lütfen sorumu cevaplar mısınız?)

cause

 
sebep [isim]:
The cause of the fire is still uncertain. (Yangının sebebi hala belirsiz.)
 
sebep olmak [fiil]:
The traffic caused all of us to be late. (Trafik hepimizin geç kalmasına sebep oldu. correct)

charge

 
bedel (para), ücret [isim]:
Is there a charge for entrance? (Giriş için ücret var mı?)
 
ücret almak [fiil]:
How much does the doctor charge for an appointment? (Doktor bir randevu için ne kadar ücret alıyor?)

correct

 
doğru [isim]:
No answer was correct. (Hiçbir cevap doğru değildi.)
 
düzeltmek [fiil]:
This software corrects the spelling mistakes. (Bu yazılım, yazım hatalarını düzeltiyor.)

damage

 
zarar:
The damage after the earthquake is serious. (Depremden sonraki zarar ciddi.)
 
zarar vermek:
Watching long hours of Tv can damage your brain. (Uzun saatler boyunca televizyon izlemek beynine zarar verebilir.)

demand

 
istek, arzu:
What are your demands about the products? (Ürünlerle ilgili talepleriniz neleredir?)
 
arzulamak, istemek:
Being succesful demands a lot of working. (Başarılı olmak çok çalışma ister.)

doubt

 
şüphe:
I have no doubt that he is lying. (Yalan söylediğine şüphem yok.)
 
şüphelenmek:
The students doubt if they can pass the exam or not. (Öğrenciler sınavı geçip geçemedikleriyle ilgili şüphe duyuyorlar.)

dress

 
elbise:
What a beautiful dress! It fits you very well. (Ne kadar güzel bir elbise! Sana çok yakışmış.)
 
giyinmek, giydirmek:
The workers in the bank are supposed to dress formally. (Bankada çalışanların resmi giyinmeleri gerekir.)

desire

 
arzu, istek
My only desire is to be with you. (Tek arzum seninle olmak.)
 
arzulamak
She has been desiring to be a doctor since she was a child. (Çocukluğundan beri doktor olmayı istiyor.)

end

 
son:
We will move to Ankara at the end of this month. (Bu ayın sonunda Ankara'ya taşınıyoruz.)
 
sona ermek, bitmek :
The match ended at 9. (Maç 9'da bitti.)

escape

 
kaçış :
The escape was planned very carefully. (Kaçış çok dikkatlice planlandı.)
 
kaçmak:
A lion has escaped from its cage. (Aslan kafesinden kaçtı.)

exercise

 
çalışma, egzersiz :
Swimming is my favorite exercise. (Yüzme benim en sevidiğim egzersiz.)
 
çalışma yapmak :
You must exercise regularly after a certain age. (Belli bir yaştan sonra düzenli egzersiz yapmalısın.)

experience

 
deneyim:
Experience is more important than education. (Deneyim eğitimden daha önemlidir.)
 
deneyimlemek, yaşamak:
She experienced lots of different advantures. (Bir sürü değişik macera yaşadı.)

face

 
yüz :
I want to see him face to face. (Onunla yüzyüze görüşmek istiyorum.)
 
karşı karşıya gelmek (bir sorunla...):
You may face lots of difficulties in this way. (Bu yolda bir sürü zorlukla karşı karşıya gelebilirsin.)

fight

 
kavga :
Kutay never gets into the fights. (Kutay asla kavgaya karışmaz.)
 
kavga etmek; mücadele etmek:
Fight for your rights. (Hakların için mücadele et.)

help

 
yardım
I need your help. (Yardımına ihtiyacım var.)
 
yardım etmek
How can I help you? (Size nasıl yardımcı olabilirim?)

hope

 
umut
Hope keeps people alive. (Umut insanı canlı tutar.)
 
umut etmek, ummak
Let's hope nothing will happen to her. (Ona bir şey olmayacağını umalım.)

influence

 
etki
TV has negative influence on people's mind. (Televizyonun insanların zihinlerine olumsuz etkileri var.)
 
etkilemek
He was influenced from his uncle to be a pilot. (Pilot olmada amcasından etkilendi.)

light

 
ışık
Sun light was filling the house. (Gün ışığı evi dolduruyordu.)
 
yakmak
He lit his fifth cigarette in half an hour then decided to give up smoking. (Yarım saat içinde beşinci sigarasını yaktı sonra sigarayı bırakmaya karar verdi.)

love

 
aşk, sevgi
Love is blind. (Aşkın gözü kördür.)
 
çok sevmek, aşık olmak
Belgin loves riding bike. (Belgin bisiklet sürmeyi çok seviyor.)

mistake

 
hata
There is no mistake in your homework, well done! (Ödevinde hiç yanlış yok , aferin.)
 
hata yapmak / karıştırmak
She has mistaken me for someone else. (Beni başkasıyla karıştırdı.)

plan

 
plan, tasarı
Do you have a plan for tonight? (Bu akşam için bir planın var mı?)
 
planlamak
I was planning to visit you but had to leave Istanbul early. (Seni ziyaret etmeyi planlıyordum ama İstanbul'dan erken ayrılmak zorunda kaldım.)

play

 
oyun (tiyatro)
The play was written by Kafka. (Oyun Kafka tarafından yazıldı.)
 
oynamak, çalmak (enstrüman)
The children learns by playing. (Çocuklar oynayarak öğrenir.)

post

 
posta
Has the post arrived yet? (Posta ulaştı mı?)
 
postayla göndermek
I posted the letter. (Mektubu gönderdim.)

race

 
yarış; ırk
He also won the last race, he is still undefeated. (Son yarışı da kazandı, hala yenilgisiz.)
 
yarışmak
He has been racing for seven years. (Yedi yıldır yarışıyor.)

reply

 
cevap
There were no reply to any of my e-mails. (Maillerimin hiç birine cevap yoktu.)
 
cevaplamak
The dean haven't replied our request yet. (Dekan ricamızı henüz yanıtlamadı.)

risk

 
tehlike
The risk is so high, be careful. (Tehlike büyük, dikkatli ol.)
 
tehlikeye atmak
If you want to win, you have to risk some things. (Kazanmak istiyorsan bazı şeyleri tehlikeye atmak zorundasın.)

start

 
başlangıç
I wasn't sure about this project just from the start. (Daha başından bu projeyle ilgili emin edğildim.)
 
başlamak
Let's start working. (Hadi çalışmaya başlayalım.)

step

 
adım
What's the next step in the programme? (Programında sonraki adım ne?)
 
adım atmak, basmak
He stepped back. (Geri adım attı.)

struggle

 
mücadele
He made a great struggle against cancer but eventually he lost. (Kansere karşı muhteşem bir mücadele verdi ama en sonunda kaybetti.)
 
mücadele etmek
The teacher struggled so much to educate the kids in the village. (Öğretmen köydeki çocukları eğitmek için çok mücadele etti.)

study

 
çalışma
The studies of universities are very valuable for the improvement of countries. (Ülkelerin gelişimi için üniversitelerin çalışmaları çok değerlidir.)
 
ders çalışmak; tahsil görmek
She has been studying for hours for the exam. (Sınav için saatlerdir çalışıyor.)

test

 
deneme
The test of the new rocket was succesful. (Yeni roketin denemesi başarılıydı.)
 
denemek
I will test the car for one week before I decide to buy it. (Almaya karar vermeden önce arabayı bir hafta deneyeceğim.)

visit

 
ziyaret
His visit made grandmother so happy. (Ziyareti büyükanneyi çok mutlu etti.)
 
ziyaret etmek
Will they visit you on the hospital? (Seni hastanede ziyaret edecekler mi?)

work

 
I've got so much work to do. (Yapacak çok işim var.)
 
çalışmak
Where do you work? (Nerede çalışıyorsun?)

2 kişi tarafından oylandı. Ortalama: 4,50

Oyla!

0 Yorum
Yorum Yaz Soru Sor

Konu hakkındaki yorumunuz