Tam saatler söylenirken:
What time is it?
Dakika söylenirken:
Buçuk ya da çeyrek saatleri söylerken:
It is noon: öğle vakti
at noon: öğle vaktinde
It's midnight: gece yarısı
It's time to go: şimdi gitme vakti
It's time to sleep: uyku zamanı
morning: sabah
in the morning: sabahleyin
evening: akşam
in the evening: akşamleyin
twilight /early morning / dawn: tan, seher, sabahın güneş doğmadan önceki zamanı
at twilight / in the early morning / at dawn: seher vakti
sunset /sundown: gün batımı
sunrise: güneşin doğması
Clock - saat:
Work/race against the clock: work hard knowing you have a deadline - zamana karşı çalışmak / zamanla yarışmak.
to clock on/off: sign in or out of a company to show the hours you've worked - şirkete geliş / gidiş zamanı yazmak, kart basmak.
watch the clock (a clock watcher): make sure you only work the hours - saati izlemek, gözü saatte olan kimse, çıkış saatini dört gözle bekleyen kimse.
Lack of time - yetersiz zaman:
pressed for time: not have much time - vakti olmamak, sıkışmak.
run out of time: not have any time left - zamanı kalmamak.
a race against time: have to do something fast within a deadline - zamana karşı yarış.
no time to lose: no time to waste - kaybedecek zaman yok.
Have enough time - yeterli zaman:
have all the time in the world: have plenty of time - yeterli zamanı olmak.
have spare time: have free time - boş vakit, boş vakti olmak.
have time on your hands / time to kill: too much time - zamanı olmak.
kill time: zaman öldürmek.
take your time: not be in any hurry - acele etme.
in your own time: do something without worrying about how much time it takes - ne kadar zaman alacağı konusunda endişelenme.
make good time: do something faster than you thought - tahmin ettiğinden daha kısa sürede bitirmek.
time is on your side: be young and have plenty of time ahead of you - önünde daha çok zaman var.
The right time for something - doğru zaman:
just in time : tam zamanında.
in the nick of time: without a second to spare - ucu ucuna, tam zamanında.
high time: the right time - doğru zaman.
it's about time: nihayet, zamanı geldi.
not the time / hardly the time: an inappropriate time for something - uygun zaman değil.
Other expressions with time - zamanla ilgili diğer ifadeler:
lose track of time: forget about the time - zamanı unutmak.
call time on: bring an end to something - sona erdirmek.
take time out: have a pause from something - ara vermek.
keep time: show the right time - doğru zamaı göstermek.
on the company's time: do something else when you're at work - iş zamanında.
ahead of his/her time: be forward-thinking - zamanının ilerisinde.
behind the times: old-fashioned - zamanın gerisinde kalmış, modası geçmiş.
keep up/move with the times: remain modern - zamanı takip etmek, modern kalmak.
have the time of your life: have a great time - çok iyi zaman geçirmek.
before your time: before a person lived or worked in a place - doğmadan ya da orda yaşamaya başlamadan önce.
time and a half: when a worker is paid extra for working overtime - fazla mesai ücreti.
overtime: money paid for working extra hours - fazla mesai.
time share: a holiday home bought by more than one person, where each "owner" has a certain period of the year they can use it - devre mülk tatili.
time warp: stuck in a past time - geçmiş zamanda kalmak.
time zone:area where the clocks are the same - zaman dilimi.
Henüz oylanmamış. İlk oylayan siz olun!
Oyla!
Saatler, Zaman - Telling Time
Saatler / zaman - Telling time:
Tam saatler söylenirken:
What time is it?
Dakika söylenirken:
Buçuk ya da çeyrek saatleri söylerken:
It is noon: öğle vakti
at noon: öğle vaktinde
It's midnight: gece yarısı
It's time to go: şimdi gitme vakti
It's time to sleep: uyku zamanı
morning: sabah
in the morning: sabahleyin
evening: akşam
in the evening: akşamleyin
twilight /early morning / dawn: tan, seher, sabahın güneş doğmadan önceki zamanı
at twilight / in the early morning / at dawn: seher vakti
sunset /sundown: gün batımı
sunrise: güneşin doğması
Idioms with time:
Clock - saat:
Work/race against the clock: work hard knowing you have a deadline - zamana karşı çalışmak / zamanla yarışmak.
to clock on/off: sign in or out of a company to show the hours you've worked - şirkete geliş / gidiş zamanı yazmak, kart basmak.
watch the clock (a clock watcher): make sure you only work the hours - saati izlemek, gözü saatte olan kimse, çıkış saatini dört gözle bekleyen kimse.
Lack of time - yetersiz zaman:
pressed for time: not have much time - vakti olmamak, sıkışmak.
run out of time: not have any time left - zamanı kalmamak.
a race against time: have to do something fast within a deadline - zamana karşı yarış.
no time to lose: no time to waste - kaybedecek zaman yok.
Have enough time - yeterli zaman:
have all the time in the world: have plenty of time - yeterli zamanı olmak.
have spare time: have free time - boş vakit, boş vakti olmak.
have time on your hands / time to kill: too much time - zamanı olmak.
kill time: zaman öldürmek.
take your time: not be in any hurry - acele etme.
in your own time: do something without worrying about how much time it takes - ne kadar zaman alacağı konusunda endişelenme.
make good time: do something faster than you thought - tahmin ettiğinden daha kısa sürede bitirmek.
time is on your side: be young and have plenty of time ahead of you - önünde daha çok zaman var.
The right time for something - doğru zaman:
just in time : tam zamanında.
in the nick of time: without a second to spare - ucu ucuna, tam zamanında.
high time: the right time - doğru zaman.
it's about time: nihayet, zamanı geldi.
not the time / hardly the time: an inappropriate time for something - uygun zaman değil.
Other expressions with time - zamanla ilgili diğer ifadeler:
lose track of time: forget about the time - zamanı unutmak.
call time on: bring an end to something - sona erdirmek.
take time out: have a pause from something - ara vermek.
keep time: show the right time - doğru zamaı göstermek.
on the company's time: do something else when you're at work - iş zamanında.
ahead of his/her time: be forward-thinking - zamanının ilerisinde.
behind the times: old-fashioned - zamanın gerisinde kalmış, modası geçmiş.
keep up/move with the times: remain modern - zamanı takip etmek, modern kalmak.
have the time of your life: have a great time - çok iyi zaman geçirmek.
before your time: before a person lived or worked in a place - doğmadan ya da orda yaşamaya başlamadan önce.
time and a half: when a worker is paid extra for working overtime - fazla mesai ücreti.
overtime: money paid for working extra hours - fazla mesai.
time share: a holiday home bought by more than one person, where each "owner" has a certain period of the year they can use it - devre mülk tatili.
time warp: stuck in a past time - geçmiş zamanda kalmak.
time zone:area where the clocks are the same - zaman dilimi.