certainty - geçmişteki bir olayın kesinliğini bildirir, kesinlikle ... olamaz.
Anahtalarımı kaybetmiş olamam! (I can't have lost my keys! (I'm sure I didn't))
Bu kadar apalca bir şey yapmış olamazsın. (You can't have done such a stupid thing.)
He can't have been at home last night. I saw him at the bar. (Dün gece evde olamaz. Onu barda gördüm.)
could have
possibility, but did not happen - olabilirdi ama olmadı (Olayın olma kapasitesi vardı, mümkündü ama fırsat kaçtı (iyi bir şeyse) ya da olay şans eseri meydana gelmedi)
Eğer gerçekten uğraşsaydım sürücü sınavını geçebilirdim. (I could have passed my driving test if I'd really tried.)
Şimdi ünlü olabilirdi ama istemedi. (He could have been famous now but he didn't want to.)
You could have hit someone. Don't drive when you had alcohol. It's not only your life that is in danger. (Birine çarpabilirdin. Alkollüyken araba kullanma. Tehlikede olan sadece senin hayatın değil.)
uncertainty - belirsizlik anlatır
Bence telefondaki Süreyya olabilirdi. (I guess it could have been Süreyya on the phone.)
Tam göremedim ama bir kaza olmuş olabilir. (I didn't see exactly but it could have been an accident.)
couldn't have
possibility / ability - olasılık / yetenek
I couldn't possibly have passed my driving test, even if I'd tried harder. (Daha çok uğraşsam bile sürücü sınavını büyük ihtimalle geçemezdim.)
uncertainty - belirsizlik
It couldn't have been Süreyya on the phone, could it? (Telefondaki Süreyya olmazdı değil mi?)
It couldn't have been the first time you cried. (İlk ağladığın zaman o olamaz.)
"can't have" kullandığımızda, söylediğimiz ifade kesinlik bildiriyordu . Yani söylediğimizden eminiz. "couldn't have"de ise öyle olduğunu tahmin ediyoruz ama emin değiliz. Yani bir belirsizlik var.
with comparative adjectives - karşılaştırmalı sıfatlarla
I couldn't have asked for better weather on my wedding day. (Düğün günümde daha güzel bir hava isteyemezdim.)
She couldn't have had a worse birthday party. (Daha kötü bir doğum günü geçiremezdi.)
Unwillingness - isteksizlik
I couldn't have left the dog in the car for long (so I didn't). (Köpeğimi o kadar uzun zaman arabada bırakazdım (o yüzden bırakmadım).)
I couldn't have seen him after all that things. (O kadar şeyden sonra onu göremezdim.)
may have
uncertainty - belirsizlik (tahmin)
I guess I may have been a bit hard on her when she came home an hour late. (Sanırım eve geç geldiğinde ona biraz fazla yüklenmiş olabilirim.)
may not have
uncertainty - belirsizlik (tahmin)
He may not have found out yet that he has passed the test. (Sınavı geçtiğini daha öğrenmemiştir.)
Can I stay a little bit longer? My mum may not have come home and I don't have the keys. (Biraz daha kalabilir miyim? Annem daha eve gelmemiş olabilir ve benim anahtarım yok.)
We might have missed the train, why are you so late? (Treni kaçırabilirdik, neden geç kaldın?)
uncertainty - belirsizlik
I guess I might have been a bit hard on her when she came home an hour late. (Sanırım eve geç geldiğinde ona biraz fazla yüklenmiş olabilirim.)
annoyance at someone's failure to do something - birisinin saşarısızlığına kızgınlık
You might have told me that you had invited all your colleagues round for dinner! (Yemeğe bütün iş arkadaşlarını çağırdığını bana söyleyebilirdin!)
might have known + would (idiom to ironically express that somebody's action was typical) (birisinin davranışın tipik olduğunu anlatan bir deyiş)
I might have known that he would finish with me as soon as he found out I wasn't wealthy! (Benim zengin olmadığımı öğrenince beni terkedeceğini bilebilirdim!)
might not have
uncertainty - belirsizlik
He may not have found out yet that he has passed the test. (Daha sınavı geçtiğini bilmiyor olabilir.)
must have
certainty - kesinlik
He must have known how much it was going to cost. (I'm sure he knew.) (Ne kadara mal olacağını biliyor olması gerekir. (eminim ki biliyordu))
Someone must have noticed the mistake but no one warned me. (Birisi mutlaka hatayı farketmiş olmalı ama kimse beni uyarmadı.)
with surely in exclamations - "kesinlikle" ile ünlemlerde
Surely he must have known how much it was going to cost! (Kesinlikle ne kadara mal olacağını biliyor olmalı.)
needn't have
unnecessary action that was actually done - zaten yapılmış ama yapılmasına gerek olmayan eylemler
Oh, you needn't have done the washing up! (Ay, bulaşıkları yıkamana gerek yoktu ki!)
She need't have gone to the airport to buy the ticket; there is a branch of THY in Taksim. (Bileti almak için hava alanına gitmesine gerek yoktu, Taksim'de THY'nin şubesi var.)
should have
expectation - geçmişbeklenti (gerçekleşmemiş)
Why is she late? She should have arrived by now! (Neden geç kaldı? Şimdiye kadar gelmiş olası gerekirdi!)
should have + verbs of thinking
I should have thought you knew. (Bildiğini anlamalıydım.)
criticism (you didn't do something, but it would have been the right thing to do) - eleştiri (Bir şey yapmadın ama eğer yapmış olsan doğru olurdu)
The party was such fun last night! You should have come! (Dünkü parti çok eğlenceliydi. Gelmeliydin!)
You should have stayed at home today, you need to rest. (Bugün evde kalmalıydın, dinlenmen lazım.)
shouldn't have
criticism - eleştiri
You shouldn't have been so frank with him. (Ona bu kadar açık olmamalıydın.)
I shouldn't have watered the flower that much, they are witherred. (Çiçekleri o kadar çok sulamamalıydım, soldular.)
polite expression of thanks on receiving a gift or favour - hediye ya da destek alırken kibarca teşeekkür etme
"Here's a bottle of wine for you" (İşte senin için bir şişe şarap.)
"Oh, you really shouldn't have!" (Almamalıydın! - Ne zahmet ettin.)
would have
events in the past that did not happen - geçmişte olmamış olaylar
I would have gone out with him, but he didn't ask me. (Onunla çıkardım ama sormadı.)
I know she would have done everything for me but I didn't want her to be busy with my rubbish. (Benim için her şeyi yapardı biliyorum ama benim saçmalıklarımla meşgul olsun istemedim.)
assumptions - tahminler
Oh, that would have been Süreyya on the phone just now. (Telefondaki Süreyya olabilirdi.)
Yardımcı Fiillerin Geçmişi - Past of Modal Verbs
can't have
certainty - geçmişteki bir olayın kesinliğini bildirir, kesinlikle ... olamaz.
could have
possibility, but did not happen - olabilirdi ama olmadı (Olayın olma kapasitesi vardı, mümkündü ama fırsat kaçtı (iyi bir şeyse) ya da olay şans eseri meydana gelmedi)
uncertainty - belirsizlik anlatır
couldn't have
possibility / ability - olasılık / yetenek
uncertainty - belirsizlik
with comparative adjectives - karşılaştırmalı sıfatlarla
Unwillingness - isteksizlik
may have
uncertainty - belirsizlik (tahmin)
may not have
uncertainty - belirsizlik (tahmin)
might have
possibility (didn't happen) - olasılık (olmamış, olabilirdi)
uncertainty - belirsizlik
annoyance at someone's failure to do something - birisinin saşarısızlığına kızgınlık
might have known + would (idiom to ironically express that somebody's action was typical) (birisinin davranışın tipik olduğunu anlatan bir deyiş)
might not have
uncertainty - belirsizlik
must have
certainty - kesinlik
with surely in exclamations - "kesinlikle" ile ünlemlerde
needn't have
unnecessary action that was actually done - zaten yapılmış ama yapılmasına gerek olmayan eylemler
should have
expectation - geçmiş beklenti (gerçekleşmemiş)
should have + verbs of thinking
criticism (you didn't do something, but it would have been the right thing to do) - eleştiri (Bir şey yapmadın ama eğer yapmış olsan doğru olurdu)
shouldn't have
criticism - eleştiri
polite expression of thanks on receiving a gift or favour - hediye ya da destek alırken kibarca teşeekkür etme
would have
events in the past that did not happen - geçmişte olmamış olaylar
assumptions - tahminler